“Savaş’ yoluyla ‘cihad’ dönemi bitmiştir…” başlıklı bugünkü yazısında Yılmaz, “Cihad kavramı, İlâhî dinlerin gayesi olarak kabul edilen şu; “Canı korumak, malı korumak, aklı korumak ve de dini korumak” şeklinde belirtilen kavramların sonuncusu ile ilgili.” ifadelerini kullandı.
Cihadın biri iç âlemimize, diğeri ise dış dünyaya ait olmak üzere iki türlü olduğunu belirten Yılmaz’ın köşe yazısı şöyle:
Hz. Peygamber’in (asm), âfâkî bir cihadın dönüşünde söylediği, “Şimdi cihad-ı asgardan cihad-ı ekber’e dönüyoruz.” sözündeki şu “Küçük Cihad’dan Büyük Cihad’a dönüş” uyarısı gerçekten mânidar, bir o kadar da dikkat çekici…
Hem de, “Senin en zararlı düşmanın, senin içindeki nefsindir.” hadisi şu Büyük Cihad’ı tenvir eden en veciz bir ifade.
Hem aralarındaki en önemli, en bâriz fark ise birinin, sadece ümmetin şartlarını hâiz erkeklerine ait bir “farz-ı kifâye”, diğerinin şu kadın erkek fark etmeksizin ümmetin bütün fertlerine şâmil, hem de şu âhir ömrüne, şu son nefesine dek devam edecek olan bir “farz-ı ayn” oluşu.
“Cihad-ı hârici veya âfâkî nasıl olmalıdır?” sorusu, günümüz Müslüman insanının zihnini ve de duygu dünyasını en ziyade meşgul eden bir mesele-yi diniye. “Müslüman ona ne zaman başvurulabilir veya ne zaman şu ‘zorunlu’ hale gelir?” sorusu ise, dinî cemaatlerin ve bu arada İslâmî devletlerin belki de en çok yanıldıkları, aynı zamanda şu “zulme” düştükleri bir konu.
Günümüz silâh teknolojisi ve de savaş san’atı, Hz. Peygamber’in (asm) dönemindeki gibi elbette ki değil, o döneme nispetle teknik açıdan çok ilerlemiş 1. ve 2. Dünya Savaşı, özellikle de Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan nükleer/atom bombası örneklerinde olduğu gibi çok yıkıcı ve yok edici bir tahrip gücüne ulaşmış durumda.
Hz. Peygamber (asm), hâricî cihada çıkan Ashab-ı Kirâmına, özellikle de onların komutanlarına ısrarla ve tekrarla emrettiği şu: “Yalnızca, sizinle savaşanlarla savaşacaksınız. Kadınlara, çocuklara ve de kendisini ibadete vermiş zararsız ihtiyarlara dokunmayacaksınız. Ağaçlara ve ekinlere zarar vermeyeceksiniz. İşkence yapmayacaksınız ve işkence ile öldürmeyeceksiniz.” direktifi İslâm’da hâricî/âfâkî cihadın nasıl olması gerektiğinin şu olmazsa olmaz, “şaşmaz” ölçüleri. Yoksa “cihad” edeyim derken, şu “kuvve-yi gadabiyyeye” aldanıp haddi aşma ve “cihad-i ekberi kaybetme ihtimali” her zaman melhûzdur…
7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı ve atılan yüzlerce füzelerle, kadın, çocuk ve de sivil ayrımı yapmaksızın 1500’e yakın İsraillinin ölümüne ve üç yüze yakın insanın, yine şu “misilleme” amaçlı, sivil asker fark etmeksizin rehin alınmasına yol alan şu “Aksâ Tûfanı” adını verdikleri operasyon yukarıdaki şu “şaşmaz ölçüleri” yeniden yeniye bana bir hatırlattı.
İsrail tarafının “İntikam alacağız!” ültimatomu ile başlattığı şu karşı saldırıda ise hastanelere, camilere, şu mülteci kamplarına varıncaya kadar, hiç ayrım gözetmeksizin, bütün dünyanın gözleri önünde şu “savaş ve de soykırım suçu” işleyerek, içerisinde 5.000’den fazlası çocuk bulunan 13.000 civarında masum insanı öldürmesi…
Bu durumu gören, “hakperest ve insaflı her bir insan” ve de “Müslüman”, benim şu kanaatime iştirak edecektir diye tahmin ederim: Savaş yoluyla “cihad” dönemi artık bitmiştir; çünkü mazarratı menfaatine, yani zararı faydasına gâlip gelmiş, sonucu itibariyle büyük bir “zulme” dönüşmüştür, vesselâm…